gin ve türleri giriş

 Türkiye’deki barların raflarına bakarken sınırlı sayıdaki gin markasını görmek, bu büyülü içkinin hak ettiği yeri bulamadığını düşündürüyor. Oysa gin, sadece bir içki değil, bir hikaye anlatıcısıdır. Ardıç meyvesinin keskin dokusuyla başlayan bu hikaye, her şişede yeni bir coğrafyanın, yeni bir ruhun izlerini taşır. Avrupa’nın herhangi bir barına ya da marketine girdiğinizde karşılaştığınız çeşitlilik, insanın başını döndürecek kadar büyüleyicidir. İngiltere’nin yağmurlu sokaklarından çıkan klasik London Dry Gin’den, Akdeniz’in biberiye ve zeytinle bezenmiş güneş kokulu gin’lerine kadar uzanan bu geniş yelpaze, içki dünyasının zenginliğini gözler önüne serer.

Ne yazık ki Türkiye’de durum bu kadar iç açıcı değil. Raflardaki seçenekler, gin’in potansiyelini hissettirmekten oldukça uzak. Bu durum, sadece bir ürün eksikliği değil, aynı zamanda bir kültürün de eksikliği anlamına geliyor. Türkiye gibi aromatik bitki çeşitliliğiyle dünyanın en zengin coğrafyalarından birinde, gin üretimi ve tüketiminin bu kadar sınırlı kalması, üzerinde düşünmeye değer. Anadolu’nun dağlarında, ovalarında yetişen binlerce bitki, doğru bir vizyon ve yaratıcılıkla şişelenebilir, dünyaya sunulabilir. Düşünsenize, ardıç meyvesinin yanına kekik, adaçayı, lavanta ve hatta sumak gibi tatlar ekleniyor ve ortaya bir Türk gin’i çıkıyor. Bu, sadece bir hayal değil, aynı zamanda gerçek olabilecek bir potansiyel.

Yurtdışında marketlere ve barlara yaptığım ziyaretler, içki kültürünün bir ülkenin yaşam tarzını nasıl şekillendirdiğini görmek açısından her zaman ilham verici olmuştur. Raflarda sergilenen yüzlerce farklı gin markası, her biri ayrı bir coğrafyanın dokusunu ve yaratıcılığını yansıtır. Fiyatların da Türkiye’ye kıyasla daha ulaşılabilir olduğunu gördüğünüzde, kendinizi bir anda “Burada yaşamalıyım” derken bulabilirsiniz. Seyahatlerimde içki kültürünü keşfetmek için marketlerde ve tekel bayilerinde geçirdiğim zamanın, tarihi ve turistik yerlerde harcadığımdan daha fazla olması da bunun bir göstergesi.

Gin dünyası, her geçen gün genişleyen bir evren. İngiltere’de bini aşkın gin çeşidinin olduğu tahmin ediliyor ve bu sayı her gün artmaya devam ediyor. Türkiye’de ise bu zenginliğin yanından bile geçemiyoruz. Bunun elbette birçok sebebi var: yüksek vergiler, ithalatın sınırlı olması, yerli üretim eksikliği ve belki de damak tadı farkı. Ancak bu, Türkiye’nin gin kültüründen tamamen uzak kalması gerektiği anlamına gelmiyor. Doğru adımlar atıldığında, Anadolu’nun benzersiz botanik zenginlikleriyle dünyaya açılacak eşsiz gin’ler üretmek mümkün.

Gin, aslında bir medeniyetin aynasıdır. Her coğrafya, kendine özgü bitkisel dokunuşlarını bu içkiye taşır ve bir kimlik yaratır. Türkiye’nin de bu hikayede kendine bir yer bulabileceğine inanıyorum. Şimdi elime bir bardak gin tonik alıp buzların erimesini izlerken düşünüyorum: Bir gün Türkiye’nin raflarından tüm dünyaya yayılacak bir gin’in hikayesini yazmak mümkün olacak mı? Bu potansiyelin hayalden gerçeğe dönüşmesi için gereken şey, doğru vizyon ve biraz cesaret. Belki de bundan yıllar sonra, bir Türk gin’ini tattığınızda, içinde Anadolu’nun kokusunu hissedecek ve bu hikayenin bir parçası olmaktan gurur duyacaksınız.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

2024 Yılının Dünyanın En İyi Barlarındaki En Çok Satan Klasik Kokteyller

Clear Kokteyller İçin Pratik Bir Yöntem

Bartenderların buz çağına gidiyoruz part 1